Çarşamba, Ekim 24, 2007

Canım yanıyor, zihnim karmaşa içinde.


Güneydoğu’ da olanları nasıl yorumlayacağımı, neyi düşünmenin doğru olacağını karıştırdım. Bir yandan sokaklarda kendini gösteren insanları çok taktir ediyorum. Çocuğu şehit olmuş annenin, “bir oğlum daha var o da vatana feda olsun” demesi ruhumun derinlerine değiyor. Ayrıca şu anda devam eden çatışmalardaki birliklerin başındaki subayların çoğu devre arkadaşım, tüm benliğim onlarla birlikte.
Öte yandan neyin çözümden yana, neyin sorundan yana olduğunu düşünüyorum. Şu anda bazı illerde sekiz, on yaşındaki çocuklar “işgalci TC ordusu” deyip de benim arkadaşlara küfür ediyorsa 2020 yılının sorunları kucağımızda duruyor demektir.
Sanırım çözüm başka yerlerde. (ÇOK ZOR BİR ŞEY SÖYLEYECEĞİM) oğlu şehit olmuş bir anneyle, oğlu teröre karıştığı için ölmüş bir annenin, birlikte, tüm insanlara ne yaşandığını anlattığını hayal ediyorum. Ya da babası şehit olmuş çocukla, babası dağda öldürülmüş çocuğun babasızlığını anlatmasının çözümün göbeği olduğunu düşünüyorum.
Tüm bunların karmaşasını yaşarken, rüyamda küçük bir çocuk gördüm. Çocuğu annesine vermek istiyorum ama çocuğun dağa çıkıp arkadaşlarıma zarar vereceğinden korkup vaz geçiyorum. Diğer taraftan çocuğu ne yapacağımı bilemiyorum. Aklımdan öldürmek bile geçiyor. Çok utanarak uyandım.
Şefkatli olmak için ne çok cesaret gerekiyormuş.

3 yorum:

Ali Karakuş dedi ki...

Sevgili dostum,
Benzer duyguları tatmış biri olarak sana aylar önce yazdığım bir yazıyı hediye gönderiyorum:

ARTIK ZAMANI GELMEDİ Mİ?
Maalesef insanlar ya da topluluklar bir şeyin o ya da bu şekilde olduğu fikrine inanmışlarsa tüm dünya gerçeklerini önlerine koysan da bir şeylerin farklı olabileceğini görmeyecek, kabul etmeyeceklerdir. İnsan bilgiyi, ancak programı izin verdiğince kabul edebilir ve sistemine alabilir.

Ben Ermeni’yim, ben Türküm, ben Kürdüm, ben X ya da Y'im türü tüm söylemler, bölerler. Bir biz olduğunda bir siz olmak zorundadır ya da bir siz olduğunda bir de biz olmak zorundadır.

Biz kimiz? Türk müyüz? Türk ne ki? Siz kimsiniz? Ermeni misiniz? Kürt müsünüz? Ermeni ne; Kürt kim ola ki?

Zihinlerde yaratılmış kimlikler penceresinden daima bir ayrılık, bir çatışma vardır. Kimlikleri bir yana koyacak olursak ortada sadece çıplak iki ruh kalır. Birbirinden gizleyecek ya da birbirinde sorgulayacak bir şeyi kalmayan iki ruh. O zaman bu iki ruh şunu çok net görür ki, ikisi arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de muhteşemdir; ikisi de benzersizdir ama ikisi de birdir. Ama düşünceler birliğe katlanamaz. Düşünceler didik didik eder; bin bir parçaya bölerler. Böldükçe “Anladık” derler; böldükçe “Tamam! Bu, budur” derler ve maalesef böldükçe, meseleyi tümüyle içinden çıkılmaz hale getirirler.

Düşünceler bizi bölüyor; düşünceler bizi Türk, Fransız, Ermeni, Amerikalı, Yahudi, Kürt, Filistinli, Müslüman, ateist vs. yapıyor.

Düşünceler susmayı bilmiyor. Onlar savunuyor, çarpışıyor, kavga ediyor. Onlar sadece haklı olmayı biliyor. Onlar sadece bölmeyi biliyor. Ayırmayı biliyor. Kavga etmeyi biliyor.

Peki, tüm düşünceler sustuğunda geriye ne kalır?



Türk olmak, Türkleri sevmeyi getirdiği kadar Türk olmayan “onları” da sevmeyi getirmiyorsa ne işe yarar ki? İşin ilginci bu "onlar" sadece Fransız, Ermeni, Amerikalı, Yahudi, Kürt, Filistinli vs. olanlar da değil; belki de benim zihnimdeki Türk resminin içine oturmayan ama kendisini "Ben Türküm" diye tanımlayan başkaları da aynı zamanda. Düşünceler sadece Türk ve Türk olmayan diye bölmüyor ki. Durmuyor orada. Karadenizli, Akdenizli, Doğulu, Batılı, esmer, sarışın, dindar, şeriatçı, laik, akşamcı, okumuş, okuyamamış, kebap seven, balık seven vs. Türkler de var. Hem kim söyleyebilir; kimdir gerçek Türk ve kimdir yeterince Türk olmayan?

Müslüman olmak, diğer Müslümanları sevmeyi getirdiği kadar Müslüman olmayanı da sevmeyi getirmiyorsa ne işe yarar ki? İşin ilginci bu "onlar" sadece Hıristiyan, Budist, Yahudi vs. olanlar da değil; belki de benim zihnimdeki Müslüman resminin içine oturmayan ama kendisini "Ben Müslüman’ım" diye tanımlayan başkaları da aynı zamanda. Düşünceler sadece Müslüman, Yahudi, Hıristiyan diye bölmüyor ki. Durmuyor orada. Sünni, Alevi, Şii, Türk Sünni’si, Türk Şii’si, İran Şii’si, samimi Müslüman, sözde Müslüman… Hem kim söyleyebilir; kimdir gerçek Müslüman ve kimdir yeterince Müslüman olmayan?

Kürt olmak, Kürtleri sevmeyi getirdiği kadar Kürt olmayanları da, Ermeni olmak Ermenileri sevmeyi getirdiği kadar Ermeni olmayanları da, adımı ne koyarsam koyayım “Ben” olmak kendimi sevdiğim kadar “Seni” de sevmeyi getirmiyorsa ne işe yarar ki?

Belki de ihtiyacımız olan şey, tüm düşünceleri bir yana bırakıp birbirimizi sevmeyi ve sadece sevgiden mamul bir ruh, bir can olduğumuzu hatırlamamızdır.

Kelimeler yaralıyor…

Kelimeler bölüyor…

“Ya benim dediğim olacak ya da senin dediğin gibi de olmayacak.“

“Sen bana bunu yaptın… Ben de sana yapacağımı bilirim…”

“Sen benim kim olduğumu daha görmedin… Canımı alabilirsin ama ölürken sana yapacaklarımdan kaçamayacaksın…”

Peki, ne olacak ve nasıl olacak; bu kadar can acıtan kelimenin arasında kim, nasıl kazanacak?

Kelimeler yaralıyor.

Doğrular kelimelerin arkasında saklanıyor.

Belki de ihtiyacımız olan şey tüm kelimeleri bir yana bırakıp sessizce birbirimizin gözlerine, kalplerine, ruhuna bakmayı öğrenmemiz. Evet, ben kendimi bir Türk olarak buldum ve bundan dolayı da çok memnunum. Ama ben kendimi aynı zamanda dünyadaki tüm Ermeniler kadar Ermeni, tüm Yahudiler kadar Yahudi, tüm Kürtler kadar Kürt, tüm Fransızlar kadar Fransız hissetmeyi ve bundan da memnuniyet duymayı seçiyorum. Onlar ikiyüzlü mü? Benim de ikiyüzlülüklerim olmuştur muhakkak. Onlar alçak mı? Ben de alçaklık etmiş olmalıyım adını başka bir şeyler koyarak bir yerlerde birilerine. Öteki zalim mi? Ben de bir zaman güçle baştan çıkmış olmalıyım bilmeden. Onda gördüğüm her şey bende de vardır muhakkak; ama az ama çok. Ve belki de kelimelerden geçerken gerçek, yanlış yollara sapmıştır onca asır. Kızgınlığımız birikmiştir; anlaşılmamış ya da hakkı yenmiş masumlar olarak hepimizin.

Kelimeler incitiyor. Susalım.

Kelimeler küstürüyor. Gönül kapılarını açık tutalım.

Kelimeler acıtıyor. Acılarımızı birbirimize sarılarak kolaylayalım.

Hayat bir güç oyunu mu? Gücü olan istediği her şeyi alıyor mu? Ekonomik, askeri, siyasi, nükleer vs. güç dengesi benim lehime dönünce onları yok edeceğim, ezeceğim ve hepsi bitecek mi? Bu şekilde hepsini bitirebilen birileri oldu mu hiç ve olabilir mi? Güç oyununda ne kadar güçlü olursan ol güçsüz düşeceksin ve silineceksin. Bu oyunu değiştirmenin zamanı gelmedi mi? Gerçek gücün sadece ve sadece sevgi olduğunu görmenin zamanı gelmedi mi? Varsın yeryüzünde hiç Türk ya da Ermeni ya da Kürt ya da Yunan kalmasın. Hiç Türk ya da Ermeni ya da Kürt toprağı da olmasın. Bu bizim yok olmamız ya da yaşamın bitmesi mi demek? Zaten bu şekliyle var mıyız ki?

Sevgisiz kalmış hangi insan topluluğu gerçekten yaşamış ki?

Sevgiye yer olmayan topraklarda kim egemen olabilmiş ki?



Birbirimizi koşulsuz ve sınırsız sevmenin zamanı gelmedi mi?

Ben seversem ya o sevmezse, beni bitirirse ve yok olursam.

Ermeniler, Türkler, Kürtler; ötekiler... Korkusuzca sevmenin, beklentisizce sevmenin, sadece sevmenin zamanı gelmedi mi? Tokat atana öbür yanağını dönmekten bahsetmiyorum. Tokat atan el de, tokat yiyen yanak da benimdir. Programı yenilemekten bahsetmiyorum. Programı bir kenara atmanın zamanı gelmedi mi?

Uyanmanın zamanı gelmedi mi?

Ermeni, Kürt ya da öteki kardeşlerimi seviyorum demeyeceğim.

Kardeşlerimi seviyorum da demeyeceğim.

Seviyorum da demeyeceğim.

Bir şey de demeyeceğim.


Sadece zaten sevgiden başka bir şey olmadığımı bileceğim.

Yeter bu.


http://alikarakus.blogspot.com/2007/05/ermeniler-franszlar-trkler-ve-dierleri.html

Adsız dedi ki...

Bir gönüllüye siyah ve beyaz iki top gösteriyorlar.Sonra deneyciler, odaya iki top sakladıklarını ve bu topları bulmalarını söylüyorlar..Karanlık odaya giren gönüllü bulduğu birinci siyah toptan sonra, ikinci beyaz topu arıyor.Asla bulamayacak.Çünkü odadaki diğer top da siyahtı.Fakat başlangıçta bir beyaz bir siyah top hafıza etmişti.Siyahı bulunca karşılığında kendisinin yarattığı beyaz topu aramaya koyuldu.
Yaşam bize hep bu oyunu oynar.Dualitenin birini bulduğumuzda diğerini kendimiz yaratırız.Hakikati bir file benzetirler.Gözleri kapalı insanları filin yanına getirirler.Hakikatin bu olduğunu ve dokundukları hakikati anlatmasını söylerler.Biri filin kuyruğunu, biri hortumunu,biri fildişini, biri kulağını, biri sırtını, biri ayağını, biri bacağını biri tırnağını hakikat diye kendinden son derece emin anlatırlar.Oysa anlattıkları hem hakikattir, hem de değildir.Bira daha gayret dostum.Biraz daha sabır.( Hâzım)

sertaç lale dedi ki...

umarım birgün tüm yürekler uyanır...derin uykularından..ve evrenin sonsuz aşkında tekrar var olmalarının derinlerini yaşarlar..özgürce..